Gaziantep Tazminat Avukatı

Yazılar

görsel3

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

Genel Bilgiler

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ‘Ölüm ve bedensel zararlar’ başlıklı 53. Maddesinde ölüm halinde uğranılan zararların içerisinde ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar da yer almaktadır.

Destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talepleri için;

-Hukuka aykırı bir fiil ile desteğin ölümü,

– Bunun sonucunda bir zararın meydana gelmiş olması,

– Fiil ile zarar arasında illiyet bağının varlığı,

– Hukuka aykırı fiilin kusurla işlenmiş olması gerekir.

Ölümün yol açtığı zarar, ölenin değil destekten yoksun kalanların zararıdır. Söz konusu zarar, ölümün kendisi değil; ölenin yakınlarının destekten ve yardımdan yoksun kalması nedeniyle ortaya çıkan zararlardır. Destek ve yardımdan yoksun kalanların tazminat hakkı, ölenden geçen bir miras yada hak değil; bu kişilerin kişiliklerinde doğan bağımsız bir haktır. Bu hak, ölenden miras kalmadığı için, ölenin terekesine katılamaz ve alacaklıları tarafından haczedilemez.

Kimler Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Talep Edebilir?

Destekten yoksun kalanlar, ölenin parasal, bedensel ve düşünsel hizmetlerinden , yardımlarından, bakım ve gözetiminden, bilgi eve deneyimlerinden yoksun kalanlardır. Bu durum çokça örneklendirilebilir;

Evli eşler yada nişanlılar, ana-babanın çocuğun desteğinden yoksun kalması, çocuğun ana-babanın desteğinden yoksun kalması, öğrencinin burs desteğinden yoksun kalması, kardeşlerin birbirlerinin desteğinden yoksun kalması, babanın vefatında anne karnında olan ceninin babanın desteğinden yoksun kalması vs.

Yoksun kalınan destek, sadece parasal nitelikte olmayıp; eylemli ve düzenli olarak yapılan her türlü bedensel ve düşünsel hizmet edimi de destekten sayılır. Örneğin, yaşlılık veya maluliyet gibi durumlarda yapılan bakım işleri, ev işleri gibi hizmetler de destek kavramı içerisindedir.

Hak sahipleri, dava açarak maddi tazminat talebinde bulunabilecekleri gibi; aynı dava içerisinde manevi tazminat talebinde de bulunabilirler.

Destekten yoksun kalan kişi tazminat talebinde bulunurken,  yoksun kaldığı desteğe ilişkin mahkemede yeterli kanı uyandıracak nitelikte bilgi ve belge sunmalıdır.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Nasıl Hesaplanır?

Haksız eylem ve hukuka aykırı bir olay sonucu meydana gelen zararın giderilmesinde temel ölçü ‘Hukuksal Değerlendirmeler’dir. Hukuksal değerlendirme aşamasının tamamlanmasından sonra parasal hesaplama yapılır.

Tazminat hesaplanırken;

Ölüme sebebiyet veren olay, kusur, sorumluluk, ölen kişinin yaşı, kalan bakiye yaşam süresi, destek olunan konu, destekten yoksun kalanların zarar süreleri, destek payları, tazminatın parasal ölçüsü gibi kriterler belirlenerek bu doğrultuda hesaplama yapılır.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davasında Zamanaşımı Var mıdır?

6098 Sayılı Borçlar Kanunu’muzun 72. Maddesinde;

‘Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.’ Denmektedir.

Yukarıdaki madde uyarınca, hak sahiplerinin tazminat isteminin zamanaşımı süresi, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesinden itibaren 2 yıldır. Bazı durumlarda zarar hemen ortaya çıkmaz. Bu halde zamanaşımı süresi 10 yıl olacaktır.

 

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davası İçin Avukata Başvurmak Gerekli Midir?

Destekten yoksun kalan kişiler, yoksun kalınan desteğin tazminatın konusunu oluşturup oluşturmayacağı, destekten yoksun kaldıklarının kanıtlanması için mahkemeye sunulması gereken evraklar, başvuru için kanunda yazılı yasal süreler gibi hukuki bilgi gerektiren konularda hataya mahal vermemek adına bir Avukattan yardım almalıdır.

Kimya Hukuk olarak Destekten Yoksun Kalma Tazminatına ilişkin çok sayıda davamız ve hukuki danışmanlığımız bulunmaktadır.

Daha ayrıntılı bilgi için Kimya Hukuk Avukatları Av. Ali Kimya ve Av. Selin Kimya ile bağlantı kurmanızı tavsiye etmekteyiz.

İletişim:0342-3223337 – [email protected]

*Bu makale Av. Selin Kimya tarafından yazılmış olup, yazılı rıza alınmaksızın farklı bir platformda yayınlanması telif hakkı ihlali oluşturacaktır.

proje resim

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU USULÜ

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU USULÜ

Genel Bilgiler

Bireysel başvuru, Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükleri kamu tarafından aktif yada pasif olarak ihlâl edilen bireylerin mağduriyetlerini giderebilmeleri için gidebilecekleri bir yargı yoludur.

Bu bağlamda Türkiye’de 23 Eylül 2012 tar   ihinden itibaren fiili olarak Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru yolu açıktır.

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun md. 3’te Anayasa Mahkemesi’nin görevleri sıralanmıştır.

Anayasa Mahkemesinin Yetkileri

Kişi Yönünden Yetki:

Anayasa ve Kuruluş kanununa göre;

‘Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiğini iddia eden herkes, bireysel başvuru hakkına sahiptir.
Bununla beraber, yabancılar için başvuru hakkı; salt kendilerine tanınan haklarla sınırlı olarak kabul edilmiştir. Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz.’

Kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru hakları söz konusu değilken; özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait hakların ihlal edildiğinden bahisle bireysel başvuruda bulunabilir.

Konu Bakımından Yetki:

Anayasa md. 148/3’e göre;
‘Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.’
Türkiye’nin taraf olduğu protokollerde yer alan haklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir.(AİHS’nde yer alan haklar da bu kapsam içerisinde değerlendirilmektedir.)

Yer Bakımından Yetki:

Anayasa ve Kuruluş Kanunu’nda yer bakımından yetkiye ilişkin olarak herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Genel olarak, devletin egemenlik yetkisini kullandığı yerlere ilişkin yetkili olduğu söylenebilir.

Zaman Bakımından Yetki:

İlgili Kanunun geçici 1. maddesinin 8. Fıkrasında ‘Mahkeme, 23/09/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.’ denmektedir. Bu tarihten önce kesinleşen kararlara ilişkin olarak Bireysel Başvuru yoluna gidilemez.

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvurunun Şartları

Devletin kamu gücünün aktif yada pasif ihlali neticesinde bir mağduriyet söz konusu olmalıdır.
Söz konusu ihlale ilişkin tüm idari ve hukuki yolların sıra ve usule uygun olarak tüketilmiş olması gerekir.
Bireysel başvuruya konu olan mağduriyetin Anayasa’da teminât altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden bir ya da birkaçının ihlâl edilmesi ile ilgili olması gerekmektedir.
Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
Kamu gücünün ihlaline dayalı mağduriyetin Anayasada güvence altına alınmış olan Temel Hak ve özgürlüklere dayalı olması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yasal süresi içerisinde yapılmalıdır. Yasal sürenin başlangıç tarihi söz konusu ihlale ilişkin tüm idari ve hukuki yolların tüketilmesine ilişkin en son karar tarihinden itibaren 30 gündür. Söz konusu ihlale ilişkin herhangi bir yargı yolu öngörülmemişse sürenin başlangıç tarihi ihlalin öğrenildiği andan itibaren 30 gündür. Bireysel başvurunun yapılmamasının nedeni mücbir bir sebebe dayanıyorsa, başvurunun başlangıç tarihi mücbir sebebin ortadan kalmasından itibaren 15 gündür.
Anayasa Mahkemesi, 23/09/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Bu tarihten önce kesinleşen kararlara ilişkin olarak Bireysel Başvuru yoluna gidilemez.

Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, aşamaları itibariyle sıkı takip yapılması gereken, nitelikli ve süreye bağlı olması nedeniyle büyük öneme haizdir. Hataya mahal vermemek adına, Uzman bir avukatla yapılmasında fayda vardır. Kimya Hukuk olarak Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuruya dayalı olarak takibini sürdürdüğümüz, başarı ile sonuçlanmış başvurularımız bulunmakla birlikte halihazırda devam eden başvurularımız da mevcuttur.

Kimya Hukuk kurucumuz Av. Ali Kimya, Avrupa Konseyi ve Tükiye Barolar Birliği’nin ortak projesi olan ‘Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Usulleri’ne ilişkin olarak Türkiye genelinde çeşitli barolara eğitim vermiş ve bu eğitimleri vermeye devam etmektedir.

malatya özel 2toğlu 1

Daha ayrıntılı bilgi için Kimya Hukuk Avukatları Av. Ali Kimya ve Av. Selin Kimya ile bağlantı kurmanızı tavsiye etmekteyiz.

İletişim:0342-3223337 – [email protected]

*Bu makale Av. Selin Kimya tarafından yazılmış olup, yazılı rıza alınmaksızın farklı bir platformda yayınlanması telif hakkı ihlali oluşturacaktır.

malatya özelgüliz ali 2

3

TARİHSEL GELİŞİMİYLE SAĞLIK HUKUKU

 

TARİHSEL SÜREÇ

Tarihsel süreç boyunca var olmuş hemen her kültürde, tıp hep en erken gelişen unsurlardan biri olmuştur. Sihir, büyü gibi bilimdışı alanlardan, deney, gözlem ve sonuç çıkarma gibi bilimsel ilkelere kadar çok geniş bir perspektif içinde değişik yöntemlerin uygulandığı ve büyücü, şaman, hekim gibi, değişik isimleri olan kişilerce uygulanan tıbbın en eski uzmanlık kollarından biri olduğu kuşkusuzdur.[1]

İlkel çağlarda tıp biliminin bilimdışı bir alan içerisinde uygulanmaya çalışıldığı düşünüldüğünde bu eylemlerden dolayı sorumluluk hukukunun işletmenin de pek mümkün olmadığını çıkarımı  doğal bir sonuç olacaktır. Mutlak sorumsuzluk şemsiyesi altında yürütülen bu faaliyetler hukuk biliminin de gelişmesiyle, katı müeyyidelere bağlanmıştır. Hatta bu yaptırımlarda oldukça ileri gidilerek ölüm cezaları öngörülmüştür. Hukuk biliminin gelişimine bağlı olarak tarihsel süreç içerisinde hekim hasta ilişkileri yönünden yazılı normalar oluştururmuştur.

2

 

  1. A) İlkel Çağda Durum

Eski çağlardan günümüze kadar ulaşmış bazı belgelerde Babil, Sümer, Hitit, Eski Hint, Yunan ve Roma’da hekimlik ve hekimin sorumluluğu hakkında bazı kurallar var olduğu görülmektedir.

Hammurabi Kanunlarının 215-223’üncü maddeleri arasında hekimin ücretle ilgili hakları ve sorumluluğu düzenlenmiştir. Kanunun 215, 216, 217, 221, 222 ve 223. Maddelerinde hekimin hastayı iyileştirmesi halinde ne kadar ücrete hak kazanacağı açıklanmaktaydı. hekimin sorumluluğu ile ilgili kurallar 218-220. maddelerdeydi. Buna göre “hekim birisine bronz bir neşter ile tehlikeli bir yara açarak onu öldürse veya onun gözünü harap ederse iki eli kesilir. Şayet hekim, bir esire bronz bir neşter ile tehlikeli bir yara açarak öldürürse onun yerine bir esir verecektir. Şayet onun göz perdesini bronz bir neşter ile açıp harap etmişse esirin bedelinin yarısını ödeyecektir.”[2]

Mısır’da, Mısır  tıbbı ile ilgili 8-10 adet papirüs bulunmuştur. Kahun, Gardiner, Smith ve Ebers en önemlileri olup M.Ö. 1600 yıllarında Mısırın askeri ve siyasal açından en güçlü olduğu çağda yazılmışlardır. Bunlardan Ebers papirüsü oldukça detaylı tıp bilgileri içermekte ve bir hekimin elinin altında bulunması gerektiği düşünülerek yazıldığından ilk tıp el kitabı olarak anılmaktadır.[3] Mısır kanunları, tıp kurallarını içeren bu kitaplardaki bilgileri oldukça önemli görmekte ve  kaidelerin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. Kitapta yazan kuralların uygulanması sorumluluktan kurtulmak adına yeterli sebep olarak görülmekteydi.

İlkel çağlardaki bu yasalarda, medeni hukuk ve borçlar hukukunun konusuna giren temel düzen kuralları olmadığından ötürü, sorumluluk ve tazminat hukukuna ilişkin olarak kurallar da bulunmamaktadır. İlk yasaların devletin ya da o topluluğun yönetmekte olan iktidarın ceza yaptırımlarını yazılı hale getiren kodifikasyonlar olduğunu düşündüğümüzde, tazminat hukukuna ilişkin güncel yaklaşımların herhangi bir görünümünün olmadığı açıktır. Ayrıca ilkel çağlardaki yasalarda eylemin hukuki veya cezai sorumluluğunun yükletilmesi konusunda kusur esasının gözetildiğini de söyleyebilmek mümkün görünmemektedir. Mutlak sorumsuzluk ilkesinin yanlışlığı kadar, kusur esasının gözetilmediği bir sorumluluk uygulaması da hukukun genel ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Hakkaniyet kavramının hukukta yerini alması ile birlikte kanunlarda haksız fiilin unsurları ayrımlarına gidilmiş, kast, taksir olgularını kanunlardaki yerini almıştır.

  1. B) Orta Çağdan Günümüze Gelişim

İngiliz kanunlarında tıbbi uygulama hatalarına ait kayıtlar 1374 yıllarına dek gitmektedir. O dönemde çıkarılan yasalar yalnızca doktorları değil ayrı bir meslek kabul edilen cerrahları, eczacıları ve berberleri de kapsıyordu. Bu kişilerin kamu meslekleri olarak kendilerinden beklenen nitelikte hizmet vermeleri istenmekteydi.

Orta Çağ’da özellikle Avrupa’da Kilise Hukukunun etkisi görülmekteydi. Bu anlamda hekim –hasta ilişkileri yönünden sistematize edilmiş ve uygulamada kanuniliği sağlayacak bir kanun normundan söz etmek mümkün değildir. Kiliseler o dönemde oldukça önemli miktarda gelire ve de malvarlığına sahiptiler. Kiliselerin Sağlık alanına etkileri göz önüne alındığında Ora Çağ Avrupasında ilk hastane Kiliseler tarafından kurulmuştur.[4]

1

İngiliz Hukuk sisteminde hastasını ihmal eden hekime verildiği bilinen ilk ceza 1901 tarihli bir kararda geçmektedir. Buna göre Murray isimli Hekim, 14 Nisan 1900 tarihinde parmak yaralanması olan bir hastaya çağrılmış, tedavi başlanmış, ancak daha sonra hekimin ihmali nedeniyle parmağın ampute edilmesi gerekmiştir. [5]

İngiltere’de 1990’ların başında Ulusal Sağlık Hizmetlerinde reformlara gidilmiş ve hasta hakları ile ilgili çalışmalar başlamıştır. İngiltere’de, tıbbi hatanın tespiti, çözümlenmesi ve önlenmesi yaklaşımında klinik denetimleri, gizli araştırmalar, risk yönetimi, şikayetler, davalar, mesleki yeterlilik konuları önemli konulardır. İngiltere’de sağlık hizmeti nedeni ile doğan zararların tazmininde, kusura dayanmayan tazmin sistemi uygulanmakta; zararların tazmininin, sağlık kurumlarının katkıları ve kamusal fonlarla finanse edilen kamu sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.[6]

Tıp ve Hukuk bilimlerinin hızlı gelişimine rağmen tıp hukuku müktesebatı aynı ivmede ilerleme göstermemiştir. Modern Tıp Hukuku’nun gündeme gelmesi için uzunca bir zaman geçmesi gerekmiştir. Tarihsel süreç bir bütün olarak irdelendiğinde bu alandaki temel düzenlemelerin yapılmaya başlanması kısa süreler öncesine dayanmaktadır. ABD başta olmak üzere İngiltere, Kanada gibi ülkelerde tıbbi uygulama hataları ve bunlara karşı yüksek tazminat yaptırımları 1970’lerin sonundan itibaren büyük bir hızla gündeme gelmiştir. Bu durum 1970’lerde “Hasta Hakları” ile ilgili ilk çalışmaların Amerika Birleşik Devletlerinde başlaması ile paralellik gösterir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1970’li yılların başında mahkeme kararlarında hekim-hasta ilişkisi bir iş ilişkisi değil, güvene dayalı bir ilişki olarak nitelenmiştir. Hastanın, devlet tarafından tıp uygulama yetkisi verilmiş hekimden yardım talep etmesi ve hekimin bu talebi karşılamak üzere girişimde bulunması hekime bazı sorumluluklar yükler. Amerikan Hastaneler Birliği 1972 yılında Hasta Hakları Beyannamesi’ni yayınlamıştır. Bu beyannamenin yayınlanmasından sonra, eyalet mevzuatlarında hasta hakları ile ilgili düzenlemeler yer almaya başlamıştır. [7]

* Bu yazı; Avukat Ali Kimya’nın Tıbbi Müdahale Kaynaklı Tazminatın Belirlenmesi isimli Tez çalışmasından alınmıştır.

[1] Yoket, Ümit: Eski Çağda Tıp, Türk Tabipler Birliği Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, Yıl 2003,  Cilt 12,

Sayı 2, Ankara 2003, s. 76.

[2] Polat, Tıbbi Uygulama, s. 71,72.

[3] Yoket s.76.

[4] Avrupa’da İlk Hastane 12. Yy’da Montpellier’de Kilise tarafından kurulmuş olup, Hastanenin adı  Saint-Esprittir. (https://fr.wikipedia.org/wiki/Hospice_du_Saint-Esprit_(Lübeck)).

[5] Polat, Tıbbi Uygulama, s.74.

[6] Savaş s. 55, 56.

[7] Polat, Tıbbi Uygulama, s. 75.